





6098 SAYILI TÜRK BORÇLAR KANUNU’NDA YENİ BİR DÜZENLEME İŞLETME TEHLİKELERİ VE TEHLİKE SORUMLULUĞU
ÇELİK AHMET ÇELİK
I- KONUYA GİRİŞ
6098 sayılı yeni Türk Borçlar Kanunu’nun, önceki 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda bulunmayan “Tehlike sorumluluğu ve denkleştirme” başlıklı 71.maddesinde “önemli ölçüde tehlike taşıyan işletmeler” için özel bir düzenleme yapılmış; Yasa’nın bina ve yapı eseri malikinin sorumluluğuna ilişkin 69. ve 70.maddelerinden sonra gelen bu yeni madde ile genel anlamda “zarar tehlikesi” ile “işletme tehlikesi” arasındaki ayrım gözetilmiş; böylece, öteden beri eksikliği duyulan “olağan sebep sorumluluğu - yaratılan tehlike sorumluluğu” ayrımına yeni yasada kesin bir sınır çizilmiştir. Başka bir anlatımla, genel anlamda “tehlike yaratma” ile teknik anlamda “tehlikeli faaliyetler” birbirinden ayrılmıştır.
Bizim burada ele alacağımız, (motorlu araçların işletilmesi türünden) özel ve hareket halindeki tehlikeli işletmeler değil, binalar içindeki ve bir çatı altındaki sanayi işletmeleri ile toprağa bağlı sabit tesis niteliğindeki “önemli ölçüde tehlike taşıyan” işletmeler olacaktır. Konunun böyle sınırlanması, bina ve yapı eserlerinden sorumluluk ve bunların “tehlike yaratması” ile işletmelere özgü “ağır sonuçlar doğuran tehlikeli faaliyetler” arasındaki ayrımı belirtmek yönünden yararlı olacaktır. Öte yandan, bina ve yapı eserlerinden sorumluluğun “olağan sebep sorumluluğu-özen sorumluluğu”ve işletmelerden sorumluluğun “ağırlaştırılmış nesnel sorumluluk-tehlike sorumluluğu” olarak nitelenmesinin anlamı kavranacaktır.
II- TEHLİKE SORUMLULUĞU
1- Tehlike kavramı
Genel anlamda tehlike, zararlı sonuç doğurabilecek bir olgudur. Her nesne, bina, yapı, tesis, aygıt tehlike yaratabilir. Bu yüzdendir ki, bina ve yapı eserlerinden sorumluluğa ilişkin 818 sayılı Yasa’nın 58.maddesinden sonra gelen 59.maddesinde ve 6098 sayılı yeni Yasa’nın 69.maddesinden sonra gelen 70.maddesinde “zarar tehlikesi”ne yer verilmiş; bina ve yapı eserlerinden zarar görme “tehlikesi” ile karşılaşan kişinin, bu “tehlike”nin giderilmesini isteyebileceği hükmü yer almıştır. Burada “tehlike”den sözedilmesine karşın, bina ve yapı eseri malikinin sorumluluğu “tehlike sorumluluğu” değil, “olağan sebep sorumluluğu” ya da yeni yasadaki adlandırmayla “özen sorumluluğu”dur. Bina ve yapı eserinde “tehlikeli” bir durum ortaya çıksa dahi, malikin sorumluluğu tehlike sorumluluğu olarak nitelenemez.
Geçmişte, kimi Yargıtay kararlarında ve 27.03.1957 gün 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında bina ve yapı eseri malikinin sorumluluğu tehlike sorumluluğu olarak nitelenerek yanılgıya düşülmüştür. Oysa tehlike sorumluluğu, genel anlamda “tehlike” kavramından ve “tehlikeli” durumlardan farklı bir sorumluluk türüdür.
2- Tehlike sorumluluğu
Ağırlaştırılmış nesnel sorumluluk da denilen tehlike sorumluluğu, zarar verme olasılığı çok yüksek ya da büyük zararlar doğurabilecek işletmeler için sözkonusudur. Tehlikenin özel ağırlığı, bu faaliyetlerin, işletmelerin veya tesislerin zarara yol açmaya aşırı eğiliminden ya da sebep oldukları kazaların nitelik ve nicelik bakımından ağır sonuçlar doğurmasından ileri gelmektedir.
Tehlike sorumluluğu, sorumluluk türlerinin en ağırıdır. Sorumluluk için, kusurlu olmak veya gözetim ödevinin savsaklanması durumu aranmaz. Yapılan işin veya işletilen kuruluşun tehlike yaratması ve bu tehlikenin kişilere zarar vermesi sorumluluk için yeterlidir. Gelişen teknolojinin önü alınamaz biçimde toplum yaşamına soktuğu ağır sanayi kuruluşları, kara, hava, deniz yolu taşımacılığı; elektrik, su, doğalgaz boru hattı işletmeleri; yüksek gerilim hatları, radyo-televizyon vericileri, baz istasyonları, atom santralları gibi kuruluş ve işletmeler her an tehlike yaratabilirler, her an tehlikenin kaynağı olabilirler.
Tehlike sorumluluğunda kusur veya özen borcu söz konusu olmadığından, sorumlulara “kurtuluş kanıtı” getirme olanağı tanınmamıştır. Elbette bunun ayrık durumları da vardır; bunlar özel yasalarda yer almıştır.
Ülkemizde tehlike sorumluluğuna ilişkin özel yasalar: 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu, 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu, Türk Ticaret Kanunu’nun yolcu taşıma ile ilgili hükümleri, 2920 sayılı Türk Sivil Havacılık Kanunu, 2872 sayılı Çevre Kanunu (m.28), 3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu (m.62/1), 6326 sayılı Petrol Kanunu (m.86).
Öğretide yapılan bir tanıma göre, tehlike sorumluluğu, toplum yaşantısının zorunlu koşulları sonucu kurulması, yapılması ekonomik ve sosyal açıdan gerekli bulunan işletme, girişim, tesis ve şeylerin kullanılması veya işletilmesiyle beliren, tehlikeli mahiyetinden doğan zararlardan, bu tehlikeli nesneler üzerinde egemen olan kimselerin kusurları bulunmasa ve tehlikenin önlenmesi amacıyla her türlü özeni göstermiş olsalar dahi, sorumlu tutulmaları olayıdır. Bu haliyle tehlike sorumluluğu, sadece tehlikeli işletme durumuna özgü kılınmayacak; bunun yanı sıra varlığı zorunlu olmakla birlikte çevredeki kişiler için tehlike taşıyan girişim,tesis ve şeylerin işletilmeleri veya kullanılmaları gereği doğan zararlar da tehlike sorumluluğu kavramına girip, giderilebilmeleri için bunlar üzerinde egemen olan kişilerin kusuru aranmayacaktır.
Tehlike sorumluluğunun bu genel tanımından sonra, aşağıda, işletmeye özgü tehlike kavramı üzerinde durulacak; 6098 sayılı yeni Türk Borçlar Kanunu’nun 71.maddesindeki tanımıyla “önemli ölçüde tehlike taşıyan işletmeler”den neyin anlaşılması gerektiği, somut örneklerle açıklanmaya çalışılacaktır.
III- ÖNEMLİ ÖLÇÜDE TEHLİKE TAŞIYAN İŞLETMELER
1- İşletmeye özgü tehlikeler
Tekniğin ilerlemesi ve yaşamın her alanına yayılmasıyla, tehlike yaratıcı nitelik taşıyan etkenler yoğunlaşıp çoğalmıştır. Tehlike yaratan işletmeler genellikle hava, su, toprak kirliliğine neden olan sanayi kuruluşlarıdır. Bunların faaliyetinden doğan zararların Çevre Hukuku yönünden de değerlendirilmesi gerekir. Özellikle fabrika bacalarından çevreye yayılan zehirli gazlar, asit yağmurları, radyasyon sızıntıları, derelere, göllere, denizlere salınan ve toprağa karışan üretim artıkları, zehirli atıklar, asitli sular ve benzeri kimyalar maddeler çevresel zararlara neden olmakta; o yörede yaşayanların sağlıkları bozulmakta ve kimi zaman önlenemez ölümcül hastalıklar yaşamı sona erdirmektedir.
Fabrikaların dışında, “önemli ölçüde tehlike taşıyan” işletmeler ve tesisler arasında yüksek gerilim hatları, baz istasyonları, petrol ve türevleri üretim ve depolama yerleri, benzin istasyonları, havai fişek ve patlayıcı madde üretim ve depolama yerleri, maden ocakları, siyanürle altın ve gümüş çıkarma işletmeleri, demiryolları, hava araçları, motorlu araçlarla taşımalar, metro, teleferik, petrol ve doğalgaz boru hatları, askeri eğitim yerleri sayılabilir.
2- Tehlikeli işletme sayılmanın ölçütü
Bir işletme ve tesisin hangi koşullarda “önemli ölçüde tehlike taşıyan bir işletme” olduğunun saptanmasında, onun:
a) Ne tür bir işletme olduğunun, neyi ürettiğinin veya neyi yaydığının;
b) İşletilmesinde kullanılan araç ve gereç ile taşıdığı fiziksel ve kimyasal gücün;
c) Sıkça veya ağır zararlar doğurmaya elverişli bir eğilim taşıyıp taşımadığının;
d) Zararı doğuran etkenlerin, işletmenin veya tesisin kendisine özgü niteliğiyle ilişkili olup olmadığının gözönünde tutulması gerekir. (6098 sayılı TBK.m.71, fıkra:2)
Ancak özel yasalarda, benzeri tehlikeler taşıyan işletmeler için özel bir tehlike sorumluluğu öngörülmüşse, yukardaki koşullardan ayrı olarak veya onlarla birlikte, özel yasadaki hükümler uygulanır. (6098 sayılı TBK.m.71, fıkra :3)
3- Örneklerle tehlikeli işletmeler ve işletme tehlikeleri
Önceki 818 sayılı Yasa’da tehlike sorumluluğuna ilişkin bir hüküm bulunmadığı için, bina ve yapı eseri malikinin sorumluluğuna ilişkin 58’inci madde, tehlikeli işletme ve tesislere de uygulanmakta idi. Örneğin, yüksek gerilim hatlarından sorumluluk “tehlike sorumluluğu” olmasına karşın, BK.m.58’e göre hüküm veriliyordu. Artık 6098 sayılı yeni Yasa’nın yürürlüğe girmesiyle, zayıf akım taşıyan elektrik hatlarından sorumluluk “olağan sebep-özen sorumluluğu”olarak nitelenerek buna yeni yasanın bina ve yapı eseri malikinin sorumluluğuna ilişkin 69 ve 70.maddeleri uygulanacak; yüksek gerilim hatlarından sorumluluk “tehlike sorumluluğu” olduğu için yeni yasanın “tehlike sorumluluğu” başlıklı 71.maddesine göre hüküm verilecektir.
Başka örnekler: Benzin istasyonları, kent içinde mahalle aralarına kurulmuş olan patlayıcı madde ve havai fişek üretim ve depolama yerleri, binaların üzerine konulan veya camilerin bahçelerine kurulan baz istasyonları “önemli ölçüde tehlike taşıyan” işletme ve tesisler olmalarına karşın, bunların verdikleri veya verebilecekleri zararlarla ilgili davalarda, ya bina ve yapı eseri malikinin sorumluluğuna ilişkin Borçlar Kanunu 58.maddesi veya Türk Medeni Kanunu’nun komşuluk hukukuna ilişkin 737.maddesi uygulanmıştır.
Aynı biçimde, bir fabrikanın bacasından çıkan duman ve zehirli gazların, asitli ve zehirli suların insan sağlığına; et, süt ve kümes hayvanlarına; bahçelerdeki meyve ağaçlarına, tarlalardaki ürüne verdiği zararlar nedeniyle açılan davalara Medeni Yasa’nın komşuluk hukukuna veya taşınmaz malikinin sorumluluğuna ilişkin hükümler uygulanmıştır.
Oysa, bütün bunların “özen sorumluluğuna” göre değil “tehlike sorumluluğuna” göre ele alınıp incelenmesi; sorumluluk derecesinin belirlenmesinde ve denkleştirmede farklı ölçütler kullanılması gerekmektedir. Baz istasyonlarının tehlikeli sonuçlarına ilişkin Yargıtay kararlarında denildiği gibi:
“Hiçbir hizmet, insan yaşamı kadar öncelik ve önem taşımaz. Diğer bir anlatımla, yararlı bir hizmetin karşılığı olarak insanın ölümü uygun bir sonuç olarak kabul edilemez. İnsan yaşamında tehlike yaratan bir hizmetin, kişi yaşamının önüne geçmesi ve ona üstünlük tanınması doğru bir yaklaşım olarak düşünülemez.
Davalılar, kamu yararına hizmet verdiklerini savunmuştur. Gerçekten bu ve benzeri tesislerin işletilmesi sonucu geniş bir halk kitlesinin yarar sağladığı bilinen bir olgudur. Ne var ki, bu yararın sağlanması karşısında kişilerin zarar görmesi hoş görülemez. Bu bakımdan gerek hizmetten elde edilen yarar ve bunun karşısında verilen zararın dengelenmesi gerekmektedir.
Baz istasyonunun yaydığı radyasyon, referans değerlerin altında olsa bile meskun alanlarda yarattığı etkilerden dolayı, bu alanlarda uzun süreli radyasyona maruz kalacak insanların sağlığı olumsuz yönde etkilenecektir. Dava konusu istasyonun konumu, yerleşim yerlerine ve davacılara yakınlığı gözetildiğinde, kısa zaman dilimi içinde olmasa dahi uzun zaman diliminde zarar doğurabilir. Çevredekiler için gelecek ve uzun zaman diliminde büyük endişe, psikolojik yapısında tedirginlik ve ümitsizlik yaratarak, kişilerin çalışmasını ve sağlık değerlerini olumsuz olarak etkileyecek ve zararlı sonuç doğuracaktır. Bir istasyon, yönetmeliğe uygun çalıştırılsa dahi zarar veriyorsa, yönetmeliğe uygun olduğundan söz edilerek zarar verenin sorumluluktan kurtulması mümkün değildir. Yönetmelik ve bu yönetmeliğe göre verilen sertifika, soyut bir belirlemeyi içermektedir. Yargıç, yönetmeliğe değil, yasaya, genel hukuk kurallarına ve bu bağlamda sorumluluk hukukunun ilkelerine göre karar vermek zorundadır. Kaldı ki somut olayda, bu hizmetin aynı yerde verilmesinde zorunluluk da bulunmamaktadır. Fazla bir giderle de olsa, başka bir yerde aynı sonuçları sağlayacak bir istasyonunun kurulması ve hizmet vermesi olanaklıdır.”
Yurdumuzda yaşanan pek çok çevre felâketleri, tehlikeli işletmelere özgü yasal düzenlemelerin ne kadar gerekli olduğunu ortaya koymaktadır.Çevre kirleticiler ana hatları ile hava için yakıt atıkları, fabrika bacalarından çıkan gazlar, ağır metaller ve hidrokarbon bileşikleridir. Bu maddeler çevreye zararlı olup bazıları kanser yapıcıdır. Arıtma tesisi ve baca süzgeçleri (filtreler) için yatırım yapmayan sanayi işletmeleri yörede yaşayanların sağlık sorunları yaşamalarına neden olmaktadırlar. Termik santralların bacalarından çıkan zehirli gazların (karbondioksitin) havaya karışmadan önce süzgeçten geçirilip temizlenmesi için yeterli önlem alınmadığı için Muğla’nın Yatağan ilçesinin yaşanmaz hale geldiği sıkça haber konusu olmaktadır.
Fabrikaların atıkları bir çok ırmak, dere ve göl sularının kirlenmesine, hayvanların ölmesine, asitli suların tarımsal alanlarda zararlı sonuçlar doğurmasına neden olmuştur.Çünkü hava, toprak ve sulardan birinin kirlenmesi ötekini etkilemektedir. Hava kirliliği, toprağın da önemli ölçüde kirlenmesine neden olmakta; havaya karışan metal tozları, rüzgârla uzaklara savrulmakta; havadaki kükürtdioksit aside dönüşüp yağmurla toprağa inmektedir.Zehirli maddeler su ve toprağa bulaşıp sebzelere, meyvelere, hayvanların doğal yemlerine geçmekte; bunun sonucu süt, et, tavuk, balıkta, sebzelerde ve meyvelerde zararlı etkileri görülmektedir.
Ülkemizde fabrikalar son derece yanlış ve sakıncalı yerlerde kurulmuştur. Çoğu yerleşim yerlerinin tam ortasında, hattâ sokak aralarında, deniz ve ırmak kıyılarında, turistik yörelerle iç içedir. İstanbul ile İzmit arasında boya ve benzeri kimyasal üretim yapan fabrikaların bulunduğu Dilovası’nda kanser hastalıklarının olağanüstü arttığı son yıllarda önemli haber konuları arasındadır.
Siyanürle altın ve gümüş çıkaran işletmeler ülkemizde bir çok yöreyi zehirleyip doğaya ve yer altı sularına zarar vermişlerdir. Bilim çevrelerince açıklandığı üzere, siyanürle altın ve gümüş işleme sırasında, buharlaşma yoluyla atmosfere karışan zehirli gazlar (hidrojen siyanür) yağmur ile birlikte toprağa düşmekte, yer altı sularına karışmakta; oradan besin zinciri yoluyla yüzyıllarca sürecek bir çevre kirliliği yaratmaktadır. Çok yakın bir zamanda Kütahya yakınlarındaki siyanürle gümüş işleme tesisinde, siyanürlü suların bulunduğu atıksu barajındaki setlerden birinin çökmesi, ikincisinin zarar görmesi üzerine baraj içindeki siyanürün çevreye yayılma tehlikesi belirmiş; ardından sağnak yağmur ve kötü bir rastlantıyla beşbuçuk şiddetindeki Simav depremi, yörede ne ölçüde zararlı sonuçlar doğacağı konusunda belirsizlik yaratmıştır.
4- Sorumlular
Önemli ölçüde tehlike taşıyan işletmelerin faaliyetinden doğan zararlardan sorumlu kişiler “işletme sahibi” ve varsa “işleten” olup, bunlar ortaklaşa sorumlu olacaklardır. (6098 sayılı TBK.m.71,fıkra:1)
İşletme sahibi, işletmeyi kuran ya da ilk sahibinden devralan ve işletmeyi doğrudan doğruya işleten gerçek veya tüzel kişi ya da kişilerdir. Burada 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 85.maddesi 1.fıkrasındaki tanımdan yararlanarak şöyle de diyebiliriz:
İşletme sahibi, bir işletmenin faaliyetlerine doğrudan veya dolaylı olarak katılan, işletmede ortaklığı bulunan, işletilmesinde söz sahibi olan, ondan ekonomik yarar sağlayan gerçek veya tüzel kişilerdir.”
İşleten, işletme sahibi tarafından tam yetkili kılınan veya işletmeyi “kiralayarak” doğrudan doğruya işletme faaliyetlerini üstlenen kişi olarak tanımlanabilir.
İşletme sahibinin işletmeyi kiralayıp kiracıya teslim etmiş olmasına karşın, “işleten” ile birlikte ortaklaşa sorumlu tutulmasının nedeninin de, işletmedeki yapım ve kuruluş bozukluğundan, seçilen yanlış teknolojiden işletenin tek başına sorumlu tutulmasının hakkaniyete uygun olmayacağı düşüncesinden kaynaklandığını sanıyoruz.
5- Sorumluluk ölçüsü
a) Bir işletmenin, mahiyeti veya faaliyette kullanılan malzeme, araçlar ya da güçler göz önünde tutulduğunda, bu işlerde uzman bir kişiden beklenen tüm özenin gösterilmesi durumunda bile sıkça veya ağır zararlar doğurmaya elverişli olduğu sonucuna varılırsa, işletme sahibi ve (varsa) işleten sorumlu olur. (6098 /TBK.m.71,fıkra:2)
b) Önemli ölçüde tehlike taşıyan bir işletmenin faaliyetine hukuk düzenince izin verilmiş olsa, bu faaliyetleri yürüten kişiler gereken izni veya ruhsatı almış olsalar bile, tipik tehlike olgusunun doğurduğu tipik zarardan sorumlu olmaktan kurtulamazlar. (Madde gerekçesi)
c) Önemli ölçüde tehlike taşıyan bir işletme, beklenmedik durumlarda dahi, sık olarak ya da zaman zaman ağır zararlar doğurmaya elverişli ise, söz konusu işletmeyi işleten kişiler sorumlu olurlar. (Madde gerekçesi)
Görüldüğü üzere, işletme sahibine ve işletene hemen hemen “kurtuluş kanıtı” hiç tanınmamış gibidir. Çünkü, işletmeye özgü tehlike, zararın işletmeyle ilgili olup olmadığını belirlemede başlıca ölçütü oluşturmakla birlikte, sorumluluğun ortaya çıkması için mutlaka bu tehlikenin somut olayda gerçekleşmiş olması şart değildir; zararı doğuran olayın işletmenin kendisine özgü niteliğiyle ilişkili olması sorumluluğun kabulü için yeterlidir. İşletme, sorumluluğun konulmasında bir bütün olarak tutulmaktadır. Bir başka anlatımla, tehlike yaratıcı etkenin varlığının bilinmesi bu sorumluluğun doğması ve uygulanması için yeterli olup, bu etkenler üzerinde egemen olan kişinin tehlikenin meydana gelmemesi ve zararın doğmaması için gösterdiği özen ve çaba dikkate alınmaz.
Bununla birlikte 6098 sayılı Yasanın 71.maddesi 3.fıkrasında “Belirli bir tehlike hâli için öngörülen özel sorumluluk hükümleri saklıdır” denilmiş olmakla, özel yasalarda, benzeri tehlikeler taşıyan işletmeler için özel bir tehlike sorumluluğu öngörülmüşse, özel yasalardaki hükümler uygulanacaktır. Örneğin, motorlu araç işletilmesi tehlike sorumluluğu kapsamında olmasına karşın 2918 sayılı KTK 86.maddesi 1.fıkrasında üç kurtuluş kanıtına yer verilmiş ve “işleten veya teşebbüs sahibi, kazanın bir mücbir sebepten veya zarar görenin veya bir üçüncü kişinin ağır kusurundan ileri geldiğini ispat ederse sorumluluktan kurtulur” denilmiştir.
Bize göre, fabrika bacalarından yayılan zehirli gazlardan, havaya, suya, toprağa karışan atıklardan kaynaklanan zararlarda mücbir sebep, üçüncü kişinin veya zarar görenin kusuru söz konusu olamaz; dolasıyla nedensellik bağı kesilmez ve işletme sahibi ile işleten için sorumluluktan kurtuluş yolu yoktur. Buna karşılık yüksek gerilim hatlarına yakın kaçak binalar yapan kişiler ile çatılarına baz istasyonu kurduranlar kusurlarıyla zarara katılmış olurlar. Şu var ki bu tür örneklerde üçüncü kişilerin kusurundan söz etmek pek olası görünmemektedir.
6- Zarar
6098 sayılı yeni Yasa’nın 71.maddesine göre, önemli ölçüde tehlike taşıyan bir işletmenin faaliyetinden işletme sahibinin veya işletenin sorumlu tutulabilmesi için bir “zarar doğmuş” olmalıdır. Henüz bir “zarar” yoksa, sorumluluk da söz konusu değildir. Sorumluluk için bir zarar doğmuş ve dava edilebilir nitelik kazanmış olmalıdır.
Zarar görme tehlikesi bu maddenin konusu değildir. Zarar tehlikesini önleme istemi, bir önceki maddede (m.70) yer almıştır. Her ne kadar 70.maddede “bina ve yapı eserinden zarar görme tehlikesi”nden söz edilmiş ise de, sonuçta “tehlike taşıyan işletmeler” de bina ve yapı eseri niteliğindedir. Tek fark “önemli ölçede tehlike” saçıyor olmalarıdır. O nedenle, bu tür işletme ve tesislerden henüz “zarar görmemiş” olmakla birlikte, zarar görme “tehlikesiyle” karşılayan kişiler, “tehlike saçan” işletmeler hakkında da (tehlikenin giderilmesi için) gerekli önlemlerin alınmasını isteyebilirler. Örneğin, bir fabrikanın bacasından çıkan dumanların havayı kirletmemesi için süzgeç (fıltre) takılması, zehirli atıkların dereye veya denize salınmaması, arıtma tesisleri kurulması; zararlı etkileri uzun yıllar sonra ortaya çıktığı bilinen radyasyon yayan tesislerin, baz istasyonlarının (henüz bir zarar doğmadan) bulundukları yerlerden kaldırılması; yüksek gerilim hatlarının binaların yakınından geçmesinin önlenmesi, bütün bunlar istenebilir.
7- Denkleştirme
6098 sayılı Yasa’nın 71.maddesi 4.fıkrasına göre :
“Önemli ölçüde tehlike taşıyan bir işletmenin bu tür faaliyetine hukuk düzenince izin verilmiş olsa bile, zarar görenler, bu işletmenin faaliyetinin sebep olduğu zararlarının uygun bir bedelle denkleştirilmesini isteyebilirler.”
Madde metninden anlaşılacağı üzere, işletme sahipleri, yasaların öngördüğü ve bu tür faaliyetlerin gerektirdiği izin ve ruhsatı alarak uzmanlarla birlikte her türlü yüksek özeni göstermiş olsalar bile, elde ettikleri yararlara karşılık, hiçbir kusuru bulunmayan üçüncü kişilere verdikleri zararları gidermek zorundadırlar.
Genel anlamda denkleştirme, hukuka uygun olmak koşuluyla yarar ile zarar arasında hakça bir denge sağlanmasıdır. Yarar elde eden, istemeyerek veya kusuru olmaksızın verdiği zararları gidermek zorundadır. Zarar görenin kusuru veya kusura katılımı yoksa, eylemin ve faaliyetin hukuka uygunluğu ileri sürülerek ondan zarara katlanması istenemez.
Değişik bir tanımla denkleştirme, hukuka uygun ve hukuk düzenince izin verilmiş bir eylem ve faaliyetten kaynaklanan zararın, zarar veren ile zarar gören arasında hakkaniyete uygun bir biçimde paylaştırılmasıdır.
Önemli ölçüde tehlike taşıyan işletmelerden kaynaklanan zararlarda ise denkleştirme, bu tür işletmelerden kazanç elde eden işletme sahibinin, kusursuz sorumluluk ilkesince ve hakkaniyet gereği, zarar görenin zararının uygun bir bedelle giderilmesine katlanmasıdır.
Bize göre, madde metninde “denkleştirme” kavramına hiç gerek yoktu. Uygun olmayan yerlerde kurulmuş fabrika bacalarından havaya yayılan zehirli gazların, toprağa ve suya karışan atıkların ağır hastalık ve ölümlere yolaçması, çevreyi yaşanmaz hale getirmesi; etkileri uzun yıllar sonra ortaya çıkan radyasyonun ölümcül sonuçları gözönüne alındığında, bu tür işletmelere izin ve ruhsat veren yetkililerle birlikte, işletme sahipleri “ağırlaştırılmış tehlike sorumlusu” olduklarına göre, denkleştirmeden söz etmek bize anlamsız gelmektedir.
Mahalle arasında kurulmuş patlayıcı madde, havai fişek, kimyasal madde üretim ve depolama yerlerinde bir patlama ve yangın sonucu ölüm ve yaralanmalarda, yararla zararın denkleştirilmesinden söz etmek olası mıdır ?
Çevrecilerin karşı çıkmalarına ve yakınmalarına karşı sıkça yinelenen “teknolojiden vazgeçilemeyeceği” savunmasını ve özellikle ülkemizde kurulması düşünülen nükleer santrallar için kamu yararından sözedilmesini, bu tür hizmet ve işletmelerden elde edilen yarar ile verilen zararın dengelenmesi gerektiği düşüncesini doğru bulmuyoruz. Hiçbir hizmet, insan yaşamı kadar öncelik ve önem taşımaz. Diğer bir anlatımla, yararlı bir hizmetin karşılığı olarak insanın ölümü uygun bir sonuç olarak kabul edilemez. İnsan yaşamında tehlike yaratan bir hizmetin, kişi yaşamının önüne geçmesi ve ona üstünlük tanınması doğru bir yaklaşım olarak düşünülemez.
Öte yandan “önemli ölçüde tehlikeli” işletme sahiplerinin maliyet yüksekliğini ileri sürerek ve masraftan kaçınarak arıtma tesisi kurmamaları, bacalara en son teknolojiye uygun filtre taktırmamaları nedeniyle bilinçli olarak havayı, suyu, toprağı, denizi kirletip dünyamızı yaşanmaz hale getirmelerine, ölümlere ve onulmaz hastalıklara neden olmalarına; siyanürle altın ve gümüş arayıcılarının toprağı ve yer altı sularını zehirlemelerine, artık ağırlaştırılmış nesnel sorumluluk, tehlike sorumluluğu demek pek hafif kalır; bütün bunlara kusursuz sorumluluk değil “kasıt derecesinde ağır kusur” ve giderek insanlık suçu bile denebilir.
IV-ZAMANAŞIMI
1- Süre
Önemli ölçüde tehlike taşıyan işletmelerin faaliyetinden doğan zararlardan sorumluluk, haksız eylem niteliğinde olduğundan, zarar gören üçüncü kişilerin açacakları davaların zamanaşımı haksız eylem zamanaşımı olup, 818 sayılı BK.60.maddesindeki (1) ve (10) yıllık zamanaşımı, 6098 sayılı TBK’da (2) ve (10) yıl olmuştur.
2- Zamanaşımının başlangıcı
Kuşkusuz ve kural olarak zararın gerçekleşip “dava edilebilir” nitelik kazandığı gün zamanaşımının başlangıcı olacaktır. Önemli ölçüde tehlike taşıyan işletmelerden kaynaklanan zararlar, çoğu kez hemen gerçekleşen zararlardan değildir. Çünkü, fabrika bacalarından çıkan gazların, zehirli atıkların, radyasyonun zararlı etkileri yıllar sonra ortaya çıkabilir. Bunların en başında kanser, kalp, solunum ve astım hastalıkları gelmektedir.
Bu konuda, çoğu kitaplarda yer alan eski bir İsviçre Federal Mahkemesi kararı tipik örnektir. Bu karara göre, on yıl boyunca radyasyondan etkilenen ve o yöreden ayrıldıktan beş yıl sonra kansere yakalanan kişinin açtığı davaya karşı zamanaşımı defi geçerli sayılmamış; davanın süresinde açıldığı kabul olunmuştur.
6098 sayılı yeni Türk Borçlar Kanunu’nun haksız eylemlerde zamanaşımına ilişkin 72.maddesinin gerekçesinde bu konuya geniş yer verilmiş ve şöyle denilmiştir:
“Hareketten hemen sonra meydana gelen ölüm, yaralanma ve hasar gibi “ani sonuç”lar yönünden bir sorun yoktur. Bu hâllerde, hareketle sonuç arasında uzun bir zaman bulunmamaktadır. Hareketle sonuç arasına uzun bir zamanın girdiği hâllerde sorun doğmaktadır. Sözgelimi kimi kimyasal ya da radyoaktif kökenli kazalarda hareket unsuru ile dış-dünyadaki değişiklik (sonuç) unsuru arasına, yarım asrı aşan bir süre girebilir. Radyoaktif kaza çevresinde 50 yıl sonra elsiz-kolsuz doğumun gerçekleşmesi farazî örneği uyarıcıdır. İlliyet bağının varlığı hâlinde bu örnekte nükleer santraldeki “patlama”, haksız fiilin “hareket unsurunu”, “noksan doğum” ise, haksız fiilin “sonuç unsurunu” (cismani zararı) ifade eder. Bu somut örnekte haksız fiilin işlendiği tarih, hareketin oluştuğu “patlama” tarihi değil; sonucun meydana geldiği “noksan doğum” tarihidir. Haksız fiil, noksan doğum tarihinde tamamlanmış olmaktadır. (Prof.Dr. Henri Deschenaux, Prof.Dr. Pıerre Tercier. Sorumluluk Hukuku. Selim Özdemir çevirisi, Ank.1983.s.12-13). Hareket ve sonuç haksız fiil bütününü oluşturan kurucu unsurlar olup sonucu meydana gelmemiş harekete bir hüküm tertip olunamaz. Öte yandan aynı hareketin farklı zamanlarda birden fazla sonuç doğurması mümkündür. Çernobil kazasından sonra birden fazla özürlü doğum gibi. Her sonucun meydana geldiği tarihe göre zamanaşımının başlangıcı farklı olacaktır. Bu gibi hâllerde zarar, ancak ve ancak sonucun meydana geldiği tarihte oluşmuş olacağından, kısa süreli zamanaşımının da başlangıç tarihi zorunlu olarak, sonucun meydana geldiği tarih sonrasındaki öğrenme tarihi olacaktır.
Uzun zamanaşımı başlangıcına temel alınan fiil terimi eylemin sonuç unsurunun meydana geldiği tarihi içerdiğine; fiilin sonucun meydana geldiği tarihte oluşmuş sayıldığına göre, sonucu on yıl sonra meydana gelen fiillerde dahi zamanaşımının dolmamış bulunduğu” kabul olunmalıdır.